SAYFALAR

15 Nisan 2024 Pazartesi

BİLİNMEYEN BİR KAHRAMAN


Yahya Kaptan

1891'de Makedonya'nın Köprülü kasabasında doğdu. Henüz 21 yaşındayken amcasına saldıran bir Bulgar’ı öldürüp dağa çıktı. Müslüman Türk köylerine saldıran Sırp ve Bulgar çetelerine karşı kendi çetesini kurarak savaştı. Her çete reisi gibi Kaptan lakabını aldı.

Balkan Savaşı çarpışmalarına katıldı. I. Dünya Savaş'ında gizli haber alma örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’da görev yaptı.Teşkilat-ı Mahsusa’da bulunduğu sürede iki görev üstlendi. Birinde, Sırplara karşı sabotaj eylemleri gerçekleştirdi. İkincisinde ise Halil Paşa’nın Irak cephesindeki mücadelesinde, Arap aşiretlerinin çöl çeteciliği taktiğine, karşı-çeteci eylemler üretti. İttihat ve Terakki’nin ünlü silahşoru Yakup Cemil ile Irak Cephesi’nden dönerken tanıştı.

Enver Paşa’ya suikast girişiminden tutuklanıp yargılandılar. Yakup Cemil idam edildi, Yahya Kaptan ise Irak’a sürgüne gönderildi.

I. Dünya Savaşı bittiğinde, İstanbul'a geldi. Ama Teşkilat-ı Mahsusa dağıtıldığından İstanbul’da kalamadı. Eski İttihatçıların kurduğu gizli örgütlerden en önemlisi olan Karakol Cemiyeti’nin Menzil gurubuna katıldı. Yenibahçeli Şükrü Bey liderliğindeki Menzil Gurubu, Anadolu’da başlaması olası mücadeleye malzeme ve insan aktarımını sağlamak için Kocaeli Yarımadası’nı kontrol altında tutmayı amaçlamıştı.

Dağınık birlikler toplanarak başına Yahya Kaptan getirildi, Kurtuluş Savaşı başlarında Mustafa Kemal ile ilişki kurdu ve onun direktifleri, İstanbul'daki Karakol Cemiyeti'nin de yardımlarıyla İstanbul'dan Anadolu'ya geçmek isteyenlere yardım etti. Gebze'de Kuvay-ı Milliye'yi örgütleyerek İstanbul-Kocaeli yöresinde çeşitli eylemlere girişti. İstanbul'da Bekirağa Bölüğü'nü basarak Halil Paşa, Şadi Bey ve Talat Bey'in kaçırılmasını sağladı. Aralık 1918’de Tavşancıl'da konuşlanmış, 
İstanbul Ahırkapı Cephaneliği Baskını, Darıca Un Deposu Baskını, Rum çetelerinin imhası gibi önemli hizmetler yapmıştı. İstanbul Hükümeti kuvetleriyle Tavşancıl'da girdiği çarpışmada yakalandı ve 8 Ocak 1920'de başı kesilerek öldürüldü.

Mustafa Kemal Paşa, savaştan sonra Yahya Kaptan’ın iki yetimini himayesine alır ve ailenin de sıkıntılarının giderilmesiyle ilgilenir. 19 Ekim 1922 günü de ailesine ‘Vatan hizmetleri tertibinden’ maaş bağlanmasına ilişkin kanun TBMM’de kabul edilir.

Adı İzmit'te pek çok yere verilmiş ve öldürüldüğü yere Mustafa Kemal'in emriyle anıtı dikilmiştir. Ölümünün 104. yılında andığımız Yahya Kaptan, memleketi Gebze Tavşancıl’da yatmaktadır.

6 Nisan 2024 Cumartesi

SIDIKA AVAR KİMDİR

Cumhuriyet kurulduğu ilk yıllarda İzmir Kadınlar Hapishanesindeki mahkum kadınlara akşam dersleri verilmesi ve kadın mahkumların eğitilmesi kararlaştırılır.

Tam o günlerde bu iş için bir eğitimci aranırken Milli Eğitim Müdürünün odasına zayıf, ufak tefek bir genç kız girer.
"Ben bu dersleri memnuniyetle gönüllü olarak veririm, efendim." der, Müdür Bey e.
Müdür şaşırır. Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, tecrübesiz bir eğitimciye benziyordu.

Müdür Bey bir kez daha hapishanedeki tipleri gözünün önüne getirdi. Olacak şey değildi. Lakin düşüncesini belli etmedi.
- Peki, hoca hanım, bu işle meşgul olacağım. dedi.

İki hafta geçmeden, genç kız soğuk ışıklar altında hapishane koğuşundaki akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra, ince pardösüsünün yakasını kaldırıyor, süngülü nöbetçilerin, zincirli kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı adımlarla evine koşarak gidiyordu.

Hapishane müdürü de, milli eğitim müdürü gibi, hayretler içindeydi.
O, kavgacı, o geçimsiz, o canından vaz geçmiş mahkumlar, genç öğretmeni hem sevmeye, hem saymaya başlamışlardı.
Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu.

İşinde inanılmaz bir başarı gösteren bu genç öğretmen kızın, bir süre sonra acayip bir suçla adliyeye götürüldüğü görüldü. 
Suçu Misyonerlik.

Hakkındaki suçlamalar gittikçe çoğaldı bir dosya oluşturuldu.

Neler de neler yapmamıştı ki:
Kadınlar hapishanesi derken, Kinder Garten Teşkilatında çalışmalar,
çocuklara iyi insan olmak hususunda ki birtakım telkinler. 
Bütün bunlar misyonerlik olarak sayılmıştı, bu dosyada.

İş o kadar dallanıp budaklanmıştı ki, bu olay Ankara'ya kadar intikal etmiş ve onca mühim işi arasında Mustafa Kemal Atatürk ta meseleyi merak etmişti.

Bir gün
- Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz, dedi. Dosyayı getirtip Mustafa Kemal'e verdiler.
Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü öğretmen Sıdıka Avar'ı yanına çağırttı. Genç öğretmen Atatürk'ün karşısına çıktığı vakit bir yaprak gibi titriyordu.

Atatürk, bu ufak tefek kıza hayretle baktı.
- Misyoner öğretmen sensin, öyle mi? diye sordu.
Avar şaşırmıştı. Yavaşça,
- Efendim, ben öğretmen Avar, diye fısıldadı.
Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle şöyle dedi:
- Hayır, sen misyoner Sıdıka Avar'sın. Bana, senin gibi misyonerler lazım.

Ondan sonra da Atatürk düşüncesini açıkladı:
'Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla
kazanılabilir. Genç öğretmen Doğu'ya gidecekti. Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile toplayacaktı. Onları, bu toplumun potasında yetiştirecekti, sonra bu çocuklar birer ışık huzmesi altında köylere gönderecekti.'

Amerika ve İngiltere bunu uzun yıllar önce, 1700 lü yıllarda yapmıştı. Doğu ve Güneydoğu İllerimize bir sürü misyonerler yollamış, Saiti Nursi, Şeyh Sait ve Şeyh Riza gibi isyanlar çıkartan vatan haini insanlar ve bir çoğu, işte onların yetiştirdikleri insanlardı.

Atatürk sözlerinin sonunda:
- Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan; orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin, dedi, bu genç öğretmene!
Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk'ün yanından duygulandığı için gözleri yaşlı çıktı.

İşte yıllar boyunca Avar, doğu illerinden birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğünde, bu inanılmaz işle meşgul oldu. Yıllarca kendi kaderlerine bırakılan o insanların eğitilmesi ve Türk toplumuna kazandırılması için çalıştı. Şimdi; Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufak tefek kadından bir azize gibi bahseder. Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinde sayısız Avar şarkıları vardır.

O, yol vermez, geçit tanımaz dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür.

Avar, Doğu'da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadının, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler:
- Kızımı da götür, Avar.! diye atın üzengisine yapışıyorlar. Şehre, Avar'ın okuluna gelen kızı, bir kere de üç-dört yıl sonra görünüz.

Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm.
Hikmet Feridun Es Hayat Dergisi 1957 Alıntı.

Tek kelime ile işte Türk Kadını, sizleri kutlamayan ve hakkınızda kötü düşünenler nankördür. Ne mutlu Türk kadınına, ne mutlu annelerimize ki, bizleri dünyaya getirdiler! Bütün kadınlara saygılar.

Gazeteci Banu Avar da işte bu kadın Sıdıka Avar'ın kızıdır.

Atatürk’ün yazdığı, o zamanlarda orta okullarda “Yurttaşlık Bilgisi” olarak okutulmuş, çok kolay anlaşılabilecek, bir başka kitap daha var; 'Yurttaşlar İçin Medeni Bilgiler.' 

Bu kitabı okursanız, küresel emperyalistlerin yıkmaya çalıştıkları ulus devletin ne anlama geldiğini öğrenir ve her ağzınızı açtığınızda 'Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Süryani, Alevi, Sünni vs.' sayma alışkanlığından da vaz geçersiniz! Ulus devlet döneminin kapandığı savını emperyalistler, her zaman olduğu gibi, kendi dışındaki devletleri parçalayarak sömürmek için öne sürmekte; fakat kendi ulus devletlerini sıkı sıkı korumaya çalışmaktadırlar. 

Fransa’nın eski Adalet Bakanlarından Ermeni asıllı Patrik Deveciyan, Sıdıka Avar'ın kızı Gazeteci Banu Avar ile yaptığı röportajda kendisine 'Ermeni' dediği zaman bakın nasıl itiraz ediyor ve karşı çıkıyor? 

“Fransa bir ulus devlet ve ben de Fransız yurttaşıyım. Yani Fransız’ım” diyor. Banu Avar’ın, “Ama Türkiye’de insanlara Kürt, Laz, Çerkez, Süryani diye hep ayrım yapıyorsunuz.” dediği zaman, 
“O BAŞKA!" diye cevap veriyor. 

İşte “O BAŞKA” sözünü anlamayanlar ya aptal, ya da Türkiye’yi parçalamak isteyen emperyalistlerin ajanı veyahut ta haindirler! Bilgilerinize!!!

18 Mart 2024 Pazartesi

ANALİZ

Türk Milleti çok enteresan çözülmesi çok zor bir toplumdur. İnsanların vatanı var, ataları almış kendilerine bırakmışlar. İşleri güçleri var, çalışıyorlar. Devlet içerisinde her türlü bürokrat olup her türlü devlet kademelerinde çalışabiliyorlar. Her istedikleri yerden istedikleri kadar arazi mal mülk alabiliyorlar. Suç işlemedikten sonra hiçbir karışanları da yok. Ey yavrum bu güzel memlekette istediğin gibi kazanıp yaşa.

Fakat öyle olmuyor. Bizde 'HÜRRİYET ve DEMOKRASİ' insanların huzur içinde, rahat yaşamaları için değil, vatanı yıkmak için, bölmek parçalamak için isteniyor. Bence bütün idare şekillerini kaldırıp, Türk Milleti 'TÖRE' ye göre yönetilmeli. Kim olursa olsun vatana ihanet edenin kellesi alınmalı.

Bir zamanlar adam geliyor, 'Lenin iyidir hadi onu savunup onun yolundan gidelim' veya 'Mao iyidir' diyor. Herkes hurra peşinden koşup gidiyorlar. Herkes Karl Marx çi oluyor. Eğer onlar iyiyse git memleketlerine orada yaşa. Bu adam kimdir? Öneren adamlar kimlerdir? Düşünen yok. Cahili de kültürlüsü de hemen onu kabul ediyorlar. Senin dünyanın taktir ettiği Mustafa Kemal Atatürk'ün var, niçin onu örnek almıyorsun? Niçin onun açtığı ışıklı yolda gitmiyorsun? Almazsın, gitmezsin, çünkü senin liderin yabancı olacak! Yabancılar insana dost görünür ama insanı kazığa oturturlar, haberiniz olsun.

Şimdi de bir adam cami de kürsüye çıkıyor, Hiç olmayacak şekilde olur olmaz fetvalar veriyor, cahili de kültürlüsü de hiç düşünmeden ona inanıyorlar. Daha sonra bir yerde toplanıp 'HUY' çekiyorlar. Bu esnada kafalarını salladıkça 'Aha Cennetlik olduk uçacağız.' diye düşünüyorlar. Ondan sonra da Efendi hazretleri ne derse o olacak, bunları Cennete yollayacak! Hatta büyük kurtarıcılarına bile kin ve nefretle bakıyorlar. Her türlü hakaretleri yapıyorlar. 

Onlar savaş görmemiş, işgal artında kalmamış nankörler. Onlar dünyayı hep böyle yaşadıkları gibi bir karar biliyorlar. Halbuki bu dünyanın bin bir çeşit halı var. Sen ülke işgal edildiğini hiç gördün mü? Irakta ki gibi ülke insanlarının köpeklere boğdurulduğunu gördün mü? Eeh.. niye o zaman ‘Keşke Yunan galip gelseydi’ diyorsun. Sen İslam ülkelerinde ki o Müslümanların ne çektiklerini biliyor musun? Sen İstanbul işgal edildiği zaman, o halkın orada Yunan ve İngilizlerin elinden neler çektiklerini biliyor musun? Sen işgal sırasında gün ortası İstanbul’un göbeğinde at arabasıyla giden çarşaflı kadını indirip, beş Fransız askeri tarafından sokak ortasında tecavüz edildiğini ve o askerlerden ikisini olay sırasında öldüren Polis Memuru Mehmet Cemil Efendi nin yeryüzü Cehennemi Guyana Hapishanesine gönderildiğini ve belgesellere konu olduğunu biliyor musun? Yazıklar olsun!

Herkes sanki çok biliyorlarmış gibi kafasına göre bir idare şekli istiyor ya, Cumhuriyeti beğenmiyorlar. Ben de fikrimi söylüyorum: eski Türkler de olduğu gibi, ‘Töreye dayalı Cumhuriyet Sistemi’ şimdiki sitemden tek farkı olacak. Vatana ihanet edenin kellesi gidecek. Karl Marx, Lenin ve bir çoklarının teorilerini kabul ettiniz de benim teorimi neden kabul etmediniz?

Gözlerinizi açın ve etrafa bir bakın. Hiç düşündünüz mü, dünyada kaç ülke var? Ben söyleyim. Kayıtlara göre tam 206 ülke var. Otonom kendi kendini idare eden ve bilinen tam 206 ülke. Belki de kendi halinde kendilerini idare eden ve kimsenin bilmediği ülkeler de var.

Bu ülkelere yayılmış resmi olarak kayıtlara geçmiş tam dört adet te bu insanların kabul ettiği ve inandığı dinler vardır. Bu dinler; İslamiyet, Hristiyanlık, Yahudilik ve Budizm dir. İrili ufaklı bazı kesimlerin taptığı, belki de hiç duyulmamış, bilinmeyen dinlerde vardır. Bu insanların içinde bu dünyada hiç dinsiz, inançsız yaşayanlar da vardır. Bütün bu ülkelerin hiç birinde böyle bir şey olamaz. Neden olamaz? Çünkü insanlara bir fikir söylendiği veya akıl verildiği zaman, insanlar onu düşünür, muhakeme eder, doğruysa inanırlar, yoksa kanmazlar. Sadece Türkiye kural dışıdır, kim ne derse hiç düşünmeden herkes inanır canı pahasına peşinden giderler.

Dünyada var olan bu devletler arasında mutlaka geçimsizlikler olur. Dinler arasında da geçimsizlik vardır. Sadece İslamiyet diğer dinleri de kabul eder, ancak insanlar tarafından değiştirildikleri için son olarak İslam dini geldiğini kabul ederler. Diğer dinler İslamiyeti kabul etmez.

İslam dini gerçekten en adaletli ve mantığa uygun bir dindir ve zorlama katiyetle yoktur. Zimse kimseyi zorla Müslüman edemez. Kötülüklerden tamamıyla arındırılmış dünya düzeni için en harika uygun bir dindir. Müslüman kişinin doğruluğu, dürüstlüğü örnek alınarak başkaları tarafından Müslümanlık kabul edilir. Kişi tamamen karşısında ki Müslümanı imrendiği için kendiliğinden Müslüman olur. Türkler savaş açacağı ülkelere önce bir gurup Müslüman yollar o ülkeye yerleştirir, o gurup o ülkede örnek olarak gösterilir, yerli halk onlara inanır ve daha sonra o ülke kolaydan elde edilirdi. Bu tarihler boyunca hep böyle olmuştur fakat şimdi insanlar bu dinden tiksinir hale geldiler. Neden? Dini uygulayanlar veya kendilerini cemaat olarak tanıtanlar tarafından din devamlı sabote edildi.

İnsanları bu dinden soğutmak için, Müslüman olmadıkları halde Müslüman görünüp dinde görev alan kişiler, akla hayale gelmeyen metotlar sergileyerek, dine her türlü zararı vermektedirler. Mesela kurs hocası, Kur’an Kursunda ki öğrenciye tecavüz ediyor. Hani ‘Zina suçunun İslamiyet te cezası ölümdü. Demek ki başta o hoca orada dini ders veriyor fakat kendisi Allah'a ve İslamiyete inanmıyor. Yanı açıkçası Müslüman değil. Öyleyse Türk te değil. Peki bu nasıl olur? O adamlar o göreve, oraya nasıl getirilmiş? Evet olur dış güçler bir çok ajanları imam olarak oraya yerleştiriyor ve işte o ajanlar dini kötülemek için her şey yapıyorlar. 

Bunun örnekleri çok eskilere dayanmaktadır. İslamiyet'i veya çoğunluğu Müslüman olan bu Ülkeyi yıkmak için bu yollara baş vurdukları kesin olarak o ajanların itiraflarından ve yazdıkları kitaplardan anlaşılmaktadır. Amenna, bu tamam bunu kabul ettik fakat bir de yakından tanıdığımız Türk veya Müslüman olduklarını bildiğimiz insanlarda aynı suçları işliyorlar. Bunu nasıl açıklayacağız bilemiyorum.

Dünyada ki tüm Müslüman ülkelere bakın, halkı refah içinde yaşayan bir tane Müslüman ülke gösteremezsiniz. Fitne, fesat, yolsuzluk ve adaletsizlik hepsinde mevcut. Bir kesim her zaman imtiyazlı durumda. Haksızlıklar olunca bu ülkeleri dış güçler de devamlı karıştırıyorlar. Halbuki Avrupa ülkelerinde herkese eşit uygulanan bir adalet sistemi ve geçim standartları var. Bu ülkelerde gerçek adalet içinde, herkese aynı şartlarda kanunlar uygulanıyor ve bunu inanarak yapıyorlar. ‘Adalet Mülkün Temelidir’ buna tam olarak inanmışlar, uyguluyorlar ve bağlı kalıyorlar.

Ve şimdi dünyada ki Müslüman olmayan ülkelere öyle üstünkörü bir göz gezdirelim. Hiçbir ülke din ile idare edilmiyor. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya, İsviçre ve bir çok Avrupa Ülkeleri; çoğunluğu Hristiyan olmalarına rağmen, bir çok Müslüman din adamları da dahil, çocuklarını bu ülkelere gönderip oralarda tahsil yaptırıyorlar ve gerekirse o ülkelere yerleşmelerini sağlıyorlar. Neden?

Demek ki kendileri de gittikleri yolun bir kurtuluş yolu olmadığını biliyorlar. Yollarını beğenmiyorlar. Halbuki nasıl olur? Allah'ın yolu en doğru yol değil midir? Evet şüphesiz en doğru yoldur fakat başta kendileri de inanmıyor veyahut ta dış güçlere taşeronluk yapıyorlar. ‘Haram yemek günahtır’ deyip kendisi haram yerse ne olur? Şu durumda kendi çıkarları için her türlü yalan mubahtır. 

Din böyle lastikli bir biçimde uygulanmaz. Ben yaparsam sevap, aynı şeyi sen yaparsan günah. Böyle bir şey nasıl olabilir? Gerçek adalet ne ise onu uygulamak lazım. Uyanıklık yapıp büyük toplulukları kandırarak onların sırtından zengin olup, dünyada refah içinde yaşadıkları anlaşılıyor. Şimdi böyle bir ülkede refah ve kurtuluş olur mu? Allah böyle bir toplumu sever mi? O toplumda yaşayan insanların isteğini yapar mı? İşte onun için dünyada ki bütün Müslüman ülkeleri yaşanmaz bir durumda. Hindistan eski Devlet başkanı Mahatma Gandhi ‘nin bir sözü var: ‘Mustafa Kemal Atatürk İngilizleri yeninceye kadar, Tanrıyı da İngiliz zannederdim.’ Diyor. İnsanın aklına hemen şu geliyor. Acaba Gandhi haklı mıdır? Allah gavurlara yardım mı ediyor?

Dolayısıyla dünyada ezilmemek, yok olmamak, var olmak için çok çalışıp her söylenen şeyi beynimizde sorgulayıp ondan sonra inanmamız ve uygulamamız gerekiyor. İnsan düşünmeli. Hayvan ile insan arasında ki fark, hayvan düşünmez insan düşünür. Hacı hoca dedi diye bir takım hurafeleri yapmamak, söküp atmak lazım. 

Kul, Allah ile kendi arasına asla kimseyi almamalı. Şimdi gelelim ‘Allah gavurlara yardım mı ediyor?’ Sorusunun cevabına; Allah kimseye yardım etmiyor. O sizler gibi kimsenin uşağı değil. O kimsenin işine karışmıyor. Sadece çalışana ve kafasını çalıştırana yardım ediyor. Senin yaptıklarına iyiyse ödül, kötüyse ceza veriyor. Saygılarımla.